Teslimiyet Dininin Al-i İmran Ayet 81 Saptırması

Teslimiyet Dini, Reşad Halife'nin gönderilen son resul olması kabulüne dayanır. Bu inanış sahiplerine göre Reşad, Müddessir 30. ayetten hareketle, Kur'an içerisinde 19 matematiksel sisteminin bulunduğunu keşfetmiş, bu yöntemle hurufu mukattaları açıklamış, daha sonra bu sistemi tüm Kur'an'a uygulayarak Hicr 9'da Yüce Allah tarafından belirtilen "Kur'an'ı koruyacağız" sözünü, keşfedilen 19 matematiksel sistemine göre yerine getirildiğini söylemiş, böyle bir nimetin de ancak bir elçiye verilebileceğinden hareketle, kendisinin de bir kısım keşifleri ile resul olduğunu ilan etmiştir.

Fakat, bu iddiasını Kur'an'a dayandırmak için bir kısım ayetleri öne sürmüştür ve bunlardan belki de en önde gelenlerinden biri de Al-i İmran 81. ayettir.

Reşad Halife'nin "Kur'an Son Ahit" kitabında bu ayet yani Al-i İmran 81. ayet, şu şekilde çevrilmiştir:

<TANRI şunu diyerek peygamberlerle bir antlaşma yaptı, “Size kutsal yazı ve bilgelik vereceğim. Daha sonra, mevcut tüm kutsal yazıları doğrulamak için bir elçi gelecek. Ona iman edecek ve onu destekleyeceksiniz.” “Bunu kabul ediyor musunuz ve bu antlaşmayı yerine getirmeye söz veriyor musunuz?” dedi. Onlar “Kabul ediyoruz” dediler. O dedi ki, “O halde siz şahitlik ettiniz, Ben de sizinle birlikte şahitlik ediyorum.”>

Reşad, bu ayetin başında verdiği dipnotta da şu açıklamalarda bulunmuştur:

<<*3:81 Bu büyük kehanet artık gerçekleşti. Bu ayette ve Kitab-ı Mukaddes’in Malaki 3:1-21, Luka 17:22-36 ve Matta 24:27’de önceden haber verildiği gibi, Tanrı’nın Antlaşma Elçisi, Tanrı’nın peygamberleri tarafından iletilen Tanrı’nın mesajlarını arındırmak ve birleştirmek zorundadır. Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm vb. ciddi şekilde bozulmuştur. Onları arındırmak ve yalnızca O’na tapmanın sancağı altında birleştirmek Yüce Tanrı’nın iradesidir. Kuran’ın matematiksel kodu içinde ismi “Reşad Halife” olarak tartışmasız bir biçimde belirtilmiş olan Tanrı’nın Antlaşma Elçisini desteklemek için Tanrı tarafından karşı konulmaz kanıt sağlanmıştır. Örneğin, “Reşad”ın sayısal değeri (505) artı “Halife”nin sayısal değeri (725) artı bu ayetin numarası (81) toplamı 1311 veya 19x69 eder (Detaylı delil için Ek 2’ye bakınız).>>

{Bir başka makalemizde (bknz: Teslimiyet Dininin Kutsal Kitabı Nedir?) de belirttiğimiz gibi, Teslimiyet Dininin kutsal kitabı sadece Kur'an değil, Reşad'ın Kur'an çevirisi, önsöz, giriş ve 38 ekten oluşan "Kur'an Son Ahit" adlı kitabıdır. Görüldüğü üzere Reşad, bir çok ayette olduğu gibi bu ayette de kitaptaki eklere yönlendirme yapmıştır.}

Bir çok makalemizde Reşad'ın, Al-i İmran 81. ayetteki oynamasını belirtmiş olsak da bu konuyu ayrı bir başlık altında uzun ve ayrıntılı şekilde değerlendirmek, olayın daha net şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır.

Aşama aşama gidelim.

"min kitabin" Çevirisi - Kutsal Yazı - Vahiy İlişkisi ve Aradaki Saptırma

- Teslimiyet Dini üyeleri, "Kur'an Son Ahit" kitabını kutsal kitap olarak kabul ederken, şu hususu da imanlarının temeli sayarlar: "19 matematiksel yöntemine göre Kur'an'ın en doğru, mükemmel ve hatasız çevirisi, antlaşma elçisinin yani Reşad Halife'nin çevirisidir. Biz bu çeviriye iman ediyoruz."

Bu nedenle Teslimiyet Dini üyeleri, Kur'an'ın orijinalini tartışmaksızın Reşad'ın çevirisi üzerinden dini tek bir anlamda anlaşılmasını isterken, diğer yandan da işlerine geldiğinde Kur'an'ın orijinalini esas alıp görüşlerini desteklemekte, işlerine gelmediğinde ise "Kur'an'ın tek, eksiksiz ve mükemmel çevirisi olan" Reşad'ın çevirisini esas almaktadırlar. (Bakınız: Teslimiyet Dini Saptırması: Es-Salat'tan El-Kur'an'a Değişen Bilinç)

- İşte aynı saptırma, Al-i İmran 81. ayette de geçerlidir. Bu ayette tek bir kelime üzerinde kasıtlı saptırma yapılarak, anlam Reşad'ın elçiliğini tasdik edici hale getirilmiştir.

Şöyle ki;

- Reşad'ın çevirisinde Tanrı'nın tüm peygamberleri (nebileri) bir araya toplayarak, "size kutsal yazı ve bilgelik vereceğim" dediği, daha sonra da bir elçinin (resulün) gelip, kendilerine bu verilenleri onaylayacağını, gelen bu elçinin, Tanrı'nın sözünün muhatabı olan nebiler tarafından tasdik edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna dayanarak Reşad, tüm nebilerden (ki Ahzab 40. ayette Muhammed Peygamberin son nebi olduğu belirtildiğine atıf yapılarak) sonra gelen resulün yani elçinin kendisi olduğunu, bunun da Kur'an'da haber verildiğini iddia etmiştir.

Peki Reşad, hangi kelimenin anlamını saptırarak, amaçsal yorumla kendi elçilik iddiasına bu ayeti temel oluşturmuştur?

O kelime, Reşad'ın çevirisinde "kutsal yazı" kelimesinin Kur'an'ın orijinalinde geçen "(min) kitabin" kelimesidir.

Tam bu noktada şu hususu da belirtelim ki teslim olanlar, buradaki "kutsal yazı" çevirisinin, diğer bir çok klasik meallerde geçen "kitap" kelimesi ile aynı manada olduğunu da vurgularlar. Hatta bu ayetten hareketle; nebilerin hepsine kitap verildiği konusunda hem fikirdirler ve bu konuda bir çok yazı, video ve içerikleri dijital ortamda "copyright" olarak sabittir.

Konuya geri dönersek, Kur'an'ın orijinalinde geçen "(min) kitabin" kelimesine, "kitap, kutsal yazı, Tevrat, İncil, Kur'an gibi kayıt altındaki vahiyler" anlamı vermek, doğru mu?

- Kur'an'ın orijinalinde "kitabin" kelimesinin başında "min" eki vardır ve bu ek, "-den, -dan" anlamındadır. Dolayısıyla burada Reşad'ın "Size kutsal yazı ve bilgelik vereceğim" çevirisindeki "kutsal yazı" bölümü, "min kitabin" orijinaline sadık kalarak, "Size kitaptan ve bilgelik vereceğim" şeklinde çevrilebilmektedir.

Peki, burada "min kitabin" ile kastedilen, hangi kitaptır?

"kitabin" kelimesi, Kur'an'da 18 yerde geçmektedir. 11 yerde levhi mahfuz anlamında (En’âm / 59, Yûnus / 61, Hûd / 6, Tâ-Hâ / 52, Hac / 70, Neml / 1, 75, Sebe’ / 3, Fâtır / 11, Vâkı’a / 78, Hadîd / 22), Kur'an'a atfen 1 yerde (A’râf / 52), hiçbir ilahi atıf yapmadan, bilinmeyen, kutsal olan yahut olmayan, hiçbir vasıf tanınmadan 6 yerde (Hac / 8, Kasas / 49, Ankebût / 48, Lokman / 20, Ahkâf / 4, Tûr / 2) geçmektedir.

Çok açık bir şekilde görülmektedir ki Al-i İmran 81. ayette "min kitabin" kelimesi ile Yüce Allah açık bir şekilde, "levhi mahfuzdan bilgi"yi belirtmiştir. Kaldı ki, ayetin "min kitabin ve hikmetin" olarak gelmesi de bu görüşü kesinleştiren bir durumdur. "Levhi mahfuzdan ve hikmetten" verilmesi, levhi mahfuzdan bilgiler ve bir kısım hikmetler verileceğini açıkça göstermektedir.

Yine burada eğer Reşad'ın dediği gibi kutsal yazılar yani vahiyler manasında olsaydı, o zaman Al-i İmran 48. ayetle çelişkiye düşülecektir. Zira Al-i İmran 48'de Yüce Allah, “Ona kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.” buyurmuş ve "kitabı", vahiy (yani kutsal yazı) olduğu tartışmasız olan Tevrat ve İncil ile beraber saymıştır. Fakat Reşad, bu ayetin çevirisini “Ona kutsal yazıyı, bilgeliği, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.” şeklinde yapmış ve maalesef ayette çelişkiye düşmüştür. Tevrat ve İncil kutsal yazı olduğu tartışmasız iken, tekrar Tevrat ve İncil'i Yüce Allah neden saymıştır? Al-i İmran 81 çevrisinde tüm nebilere kutsal yazılar verileceği belirtilmesi çevirisini yapar iken ve Tevrat ve İncil'in de buna dahil olduğunu kabul eder iken, burada kutsal yazıları, Tevrat ve İncil'den ayrı bir kavram olarak saymıştır. Burada da kastetilen levhi mahfuzdan verilen bilgi manası söz konusudur.

Bakara 129. ayet aslında tüm bu tartışmaya son vermektedir. Reşad kendi çevirisinde de bu ayrımı açıkça yazmıştır: “Rabbimiz! Aralarından onlara Senin vahiylerini okuyacak, onlara kutsal yazıyı ve bilgeliği öğretecek ve onları arındıracak bir elçi çıkar. Sen Kudretlisin, En Bilge Olansın.”

Reşad burada da "kitabı" kelimenisin "kutsal yazı" olarak çevirmiştir. Ayette Yüce Allah, hem kendisinin indirdiği vahyi hem de kitabı yani kutsal yazıyı ayrı ayrı saymıştır. Bu da açıkça göstermektedir ki, Reşad'ın "kutsal yazı" olarak çevirdiği "kitabi-kitabin" kelimesiyle kastedilen, vahiy değildir.

Bakara 151. ayete yine Reşad'ın çevirisinden baktığımızda; "Size vahiylerimizi okuması, sizi arındırması, size kutsal yazıyı ve bilgeliği öğretmesi ve size hiç bilmediklerinizi öğretmesi için aranızdan bir elçi göndermek gibi (nimetler)." olduğunu görürüz. Yine görüldğü gibi vahiy ve kutsal yazı (yani levhi mahfuz bilgisi) ayrı ayrı sayılmıştır. Eğer kutsal yazılardan kasıt, Al-i İmran 81'deki gibi "verilen kitap, vahiy" manasında ise, Bakara 151'de bahsedilen elçi, hem vahyi hem de kutsal yazıları okumakla, Yüce Allah neyi kastetmiştir? Bu çeviriden (haşa!) Yüce Allah'ın saçmaladığı sonucundan başka sonuç çıkmamıştır. Elçi, hem vahyi hem de kutsal yazıyı yani yine vahyi nasıl okuyacaktır? Reşad, kutsal yazı ile levhi mahfuzu kastediyor ise, o zaman bu ayette sorun çıkmayacaktır ANCAK bu sefer de Al-i İmran 81'den yapılan çıkarımlar yani tüm nebilere kitap verilmesi, nebilerin görevlerini tamamladıktan sonra bir elçinin gelmesi (ki levhi mahfuzdan verilen bilgiden sonra gelen elçi sadece vahiy meleği olacaktır, bunu aşağıda açıklayacağız) ve dolayısıyla da Reşad'ın resullük yani antlaşma elçisi iddiası, temelden çökecektir.

Ayetin "Daha sonra, mevcut tüm kutsal yazıları doğrulamak için bir elçi gelecek. Ona iman edecek ve onu destekleyeceksiniz." Bölümü

-Öncelikle hemen belirtelim ki Reşad, burada da Kur'an'ın orijinalinde olmayan kelimeleri anlamı değiştirmek amacıyla saptırmıştır. Ayetin orijinalinin hiçbir yerinde; "mevcut tüm kutsal yazıları doğrulamak" diye bir kelime yahut kelimeler geçmemektedir. Ayette "lime meaküm" kelimesi geçer ve bu kelimelerin birebir çevirisi "yanınızda bulunanı, size verileni" doğrulamak manasındadır. Ancak Reşad; ayetin birinci cümlesinde "size kutsal yazı ve bilgelik vereceğim" şeklinde tüm indirilen vahiyleri kapsayıcı nitelikte kasti bir çeviri yaptığı için, ayetin devamında gelen "size verileni" ile kastedilenin "mevcut tüm kutsal yazıları" şeklinde çevirmiştir. Ancak, yukarıda da açıkça belirttiğimiz gibi ayette Reşad'ın "kutsal yazı" olarak çevirdiği kelime, vahiy olmayan (Al-i İmran 48, Bakara 129, 151) ancak Levhi mahfuzdan (En’âm / 59, Yûnus / 61, Hûd / 6, Tâ-Hâ / 52, Hac / 70, Neml / 1, 75, Sebe’ / 3, Fâtır / 11, Vâkı’a / 78, Hadîd / 22) verilen bilgi manasında olduğu açıktır. Bir çok makalemizde de dile getirdiğimiz gibi Reşad, amaçsal yorum ile ayeti kendini Resul ilan etmek için çarpıtarak çevirmiş ve bu çarpıtmasına "Kur'an Son Ahit" kitabında bu ayete verdiği dipnotla tevil etmeye çalışmıştır. Buradaki çarpıtmadaki amacın ne olduğu, ayetin devamında ortaya çıkacaktır.

-Nebilere; kitaptan bilgi ve hikmet verildikten sonra, bir elçi geleceği açıktır. Bu elçi kimdir? Reşad, nebilere kitaptan verilenleri vahiy olarak çarpıtarak çevirmiş ve tüm nebilere vahiy gelip, görevlerini tamamlayıp hatta vefat edip dünyadan ayrıldıktan sonra kendisinin elçi olarak geldiğini temellendirmeye çalışmıştır. Ancak, nebilere kitapta verilen vahiy değil de levhi mahfuzdan bilgi ve hikmet olduğu anlaşılınca, gelen elçinin de kim olduğu rahatça ortaya çıkmaktadır. Burada bahsi geçen elçi, Meryem 19'da da açıkça belirtildiği gibi, vahiy meleği yani geleneksel adıyla Cebrail'dir.

-Hem bu noktada, Kur'an'a hakim olmayanlar şu itirazı ileri süreceklerdir: "Vahiy meleği vahiy getirmeden önce, Yüce Allah nebilere neden levhi mahfuzdan bilgi ve hikmet versin? Böyle bir şey, Kur'an'da geçmez!" Bu itiraza vereceğimiz cevap Meryem Suresi 21. ayetin ilk cümlesi olacaktır: "Öyledir". Çünkü; Yusuf 4 vd. ayetlerde; Yusuf Peygamber daha küçükken gördüğü rüya ve bu rüyayı babası Yakup Peygambere söylemesi üzerine; (Reşad'ın çevirisinden yazalım, başka çeviri kullanılma itirazı olmasın) “Rabbin seni bu şekilde nimetlendirdi ve rüyan aracılığıyla sana müjde verdi. O, bundan önce ataların İbrahim ve İshak için yaptığı gibi sana ve Yakup ailesine de nimetlerini tamamladı. Senin Rabbin Her Şeyi Bilendir, En Bilge Olandır.” Levhi mahfuz, geçmiş ve gelecekte olacak tüm bilgilerin yazıldığı bir kitaptır. Yakup Peygamberin cevabı, Yusuf Peygamberin daha kendisine peygamberlik gelmeden önce gelecekte nimetlendireceği bilgisinin kendisine rüya ile verilmiş olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Enbiya 78 vd. ayetlerde, Süleyman Peygambere daha peygamberlik verilmeden önce, bir davanın hükmü Süleyman Peygambere "hikmet" olarak verilmiştir.

Daha dikkat çekici olanı, İbrahim Peygamber'in kıssasıdır. Reşad'ın çevirisinden de İbrahim Peygamber'e daha peygamberlik verilmeden önce levhi mahfuzdan bilgi ve hikmetler verildiği açıkça görülmektedir:

"Biz İbrahim’e göklerin ve yerin harikalarını gösterdik ve onu kesinlik ile nimetlendirdik: Gece çöktüğünde parlayan bir gezegen gördü. “Belki benim Rabbim budur” dedi. O kaybolduğunda, “Ben kaybolan (tanrıları) sevmem” dedi. Ay’ın yükseldiğini gördüğünde “Belki de bu benim Rabbimdir!” dedi. O da kaybolunca, “Rabbim bana rehberlik etmediği sürece ben sapmışlarla birlikte olacağım” dedi. Güneş’in doğuşunu gördüğünde “Benim Rabbim bu olmalı. En büyüğü bu” dedi. Fakat battığında dedi ki “Ey halkım! Ben sizin putperestliğinizi kınıyorum. “Ben kendimi mutlak bir şekilde gökleri ve yeri Başlatana adadım; ben asla bir puta tapan olmayacağım.” (Enam 75-79)

-Görüldüğü üzere Yüce Allah, nebilere vahiy meleği göndererek vahyi iletmeden önce, levhi mahfuzdan bilgiler ve hikmetler vermektedir. Böylece, kendisine vahiy gelmeden önce belli bir bilince ulaşan nebi, vahiy meleği gelip de kendisine vahiy getirdiğini söylediğinde, nebi buna yabancı olmayacaktır. Nitekim ayette geçen "yanınızdakini/size verileni doğrulayıcı" ile kastedilen budur.

Vahiy meleği gelip, nebiye "Yüce Allah'tan vahiy getirdiğini" söylediğinde, bu durum nebi için "yeni karşılaşılan bir durum" olsa da vahiy meleği gelene kadar kendisine, kendisinin farkında olmadan Yüce Allah tarafından verilen levhi mahfuzan bilgi ve hikmet sayesinde "inanılması/iman edilmesi" gereken bir durum olacaktır. Nitekim ayetin devamını Reşad "O'na iman edecek ve destekleyeceksiniz" şeklinde çevirmiştir ancak buradaki destekten anlaşılması gereken aynı zamanda yardım etmektir. Gerçekten de kendisine vahiy meleği gelen nebi, vahiy meleğini inkar da edebilir, o güne kadar kendisine verilen bilgi ve hikmetleri hiçe sayıp, vahiy meleğinin görevini yapmasının önüne set koyabilir. İşte, Yüce Allah'ın aldığı söz budur. Nebi, vahiy meleği kendisine gelen kadar oluşan bilinçle vahiy meleğine iman edip, kainatın belki de en ağır yükü olan vahyin kendisine iletilmesi konusunda vahiy meleğine yardımcı olması yönünde söz alınmıştır.

-Ayette bahsi geçen elçinin, özel olarak nebilere gelen bir elçi olduğu, açıkça anlaşılmaktadır. Ayetin bu yönü de ayette bahsi geçen elçinin vahiy meleği olduğunu hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde ispatladığı aşikardır. Ancak bu açık anlama rağmen Reşad nebilere değil, hatta sadece Müslümanlara değil, hatta sadece ehli kitaba değil, tüm kainatta YAŞAYAN HERKESE gönderilen bir antlaşma elçisi olduğunu iddia etmektedir.

Copyright olarak elimizde mevcut olan ve "Büyük Tartışma" adıyla dijital ortamda bulanan tartışma programında Reşad, çok açık ve bizce de haklı bir şekilde "Muhammed Resulullah" denilemeyeceğini, zira Muhammed Peygamberin yaşamadığını, görevinin bittiğini söylemiştir. Böyle bir durumda, elçilik görevi biten gelmiş geçmiş tüm nebilere antlaşma elçisi olan Reşad'ın gitmesi, yaşamayan elçilerin de Al-i İmran 81 emriyle Reşad'a iman etmeleri ve hatta o nebiler ölü iken Reşad'a destek vermelerinin Kur'an'i akla, İslam'i mantığa sığdığını düşünmek mümkün müdür? Bu en kibar haliyle, Reşad'ın kendisiyle çelişmesi değil midir?

-Ayete verilen dipnot ile yapılan açıklamalar ve atıfta bulunulan ekleri, bir başka makalemizde mutlaka mercek altına alacağız zira o bölümde de bir çok çarpıtmalar olduğu, kesin olarak görülmektedir.

SONUÇ:

Her zaman dediğimiz gibi Reşad Halife, tüm Kur'an'ı, kendisinin Tanrı tarafından gönderilen bir antlaşma elçisi yani resul olduğu iddiasına bağlı olarak çevirmiş, ayetlere parantez içinde ismini eklemiş, Kur'an'a önsöz, giriş ve 38 ek ekleyerek bu iddiasını ispatlamak için bir çok vahiyle alakası olmayan iddialar ortaya atmıştır. Bu iddialarının deşifre olmaması için de "bana elçilik görevi verildi ve ben antlaşma elçisiyim, Kur'an'ın orijinali değil, benim tam, eksiksiz ve mükemmel çevirim, Kur'an'ın gerçek manasını ortaya koymaktadır, bu nedenle Kur'an'ın orijinalini değil, "Kur'an Son Ahit" kitabındaki çeviri ve ekleri temel alarak "Teslimiyet Dini"ne uyun" manasına gelecek bir manifesto üzerine Teslimiyet Dini kurulmuştur.

Her yönüyle yanlış, çarpık ve sapkın olan bu zihniyet, 19 matematiksel sistemine uygun olarak ve Tanrı tarafından Kur'an'ı anlamlandırdığını söylemekle birlikte, bir yandan Kur'an'ın içine Reşad kendi ismini eklerken diğer yandan bazı ayetleri "sisteme uymuyor" diyerek Kur'an'dan çıkarmıştır. Ve yine Kur'an'ın dışına ama Teslimiyet Dini'nin vazgeçilmez iman desturu olarak önsöz, giriş ve 38 ekle oluşturduğu "Kur'an Son Ahit" kitabını, Teslimiyet Dini'nin Kutsal Kitabı saymıştır. Bu yönüyle Kitabı Mukaddesin taklit edildiği, kullanılan jargonun da Kitabı Mukaddesin jargonu olduğunu inkar etmek mümkün değildir. Nitekim; bugünkü Tevrat ve İncil de ekinde bir çok kitapla (ekle) bir kitap haline getirilmiştir ve ehli kitabın dilinden düşürmediği "tanrı, göklerin egemenliği, Rab, esenlik" gibi jargonla konuşan teslim olanların, bu benzerlikleri dikkat çekicidir.

Değil Al-i İmran, Kur'an'ın hiçbir ayetinde, Muhammed Peygamber'den sonra bir resulün geleceği konusunda bir belirleme yoktur. Hemen Ahzab 40 itirazında bulunacak olan teslim olanlara cevabımızı, bu konuyla ilgili ayrı bir makalemizde belirttik (bknz: Teslimiyet Dininin Ahzab Suresi Ayet 40 Çarpıtması ) ancak şu kadarlığını burada söyleyelim ki; çifte standart, Teslimiyet Dini'nin vazgeçilmez karakteridir. Çok gariptir ki; ayetlerin orijinalinde geçen es-Salat'a dayanarak namazı açıklayan Teslimiyet Dini, iş el-Kur'an ayetlerine gelince Tevbe suresi son iki ayeti inkar etmelerinin yanlış olduğunu kabul etmiyor (bknz: Teslimiyet Dini Saptırması: Es-Salat'tan El-Kur'an'a Değişen Bilinç); hadisçilerin ve sünnetçilerin Haşr 7. ayetten Resule itaat sonucuna ulaşmalarını "ayetleri makaslamayın, ayetteki konu farklı" diye haklı olarak bu çarpıtmaya karşı çıkan Teslimiyet Dini, Ahzap 40'ı makaslayıp, ayeti konu bütünlüğünden koparıp, "Muhammed Resul son nebi ama son resul değil" sonucuna ulaşıyor, bu inanılır gibi değil. Başkalarını yerden yere vurup, haklılıklarını ortaya koydukları gerçeklik karşısında, iş kendilerine döndüğünde nasıl bu kadar kör olabiliyor, anlamak imkansız.